Powered By Blogger

27 Ocak 2011 Perşembe

Züppeliğin Diyalektiği

Facebook’tan öğrendiğim bir şey var: Beğenmekten vazgeçmek.
Kullananlar bilir. Facebook’ta eşiniz dostunuz olarak ya da ayıp olmasın diyerek eklediğiniz kimselerin yazdığı, fotoğrafını çektiği, hayran olduğu, izlediği neredeyse her şeyden ve elbette beğenip size ve başkalarına gönderdiklerinden haberdar oluyorsunuz.
Bu haberlerin altında mavi bir “Beğen” butonu çıkıyor. Örneğin Mehmet Batur tutmuş Turgut Uyar’dan bir şiir göndermiş ya da Samed Karagöz, Afili Filintalar’da çıkan bir yazıyı paylaşmış, hemen gaza gelip “Beğen”e basıyorum.
O zaman iki şey oluyor. Çoğunlukla gönderilen şeyi beğenmekte geç kalıyorum; çünkü “Sen ve 7 kişi bunu beğendiniz.” gibi bir ifade yer alıyor.
İkincisi de şu: Beğen butonu kimlik değiştirerek “Beğenmekten Vazgeç” oluyor.
Beğenmekten vazgeçmeyi seviyorum. İfade etmesem de yaşamım boyunca defalarca beğenmekten vazgeçtim.
10-12 yaşlarında örneğin, şu Martı yazarı Richard Bach’ın birkaç kitabını zorlanmış bir hayranlıkla okumuştum. Kısa zamanda beğenmekten vazgeçtim. İyi de olmuş. Yoksa Richard Bach’a özenip Hava Kuvvetleri’ne girmeye çalışabilirdim.
Kahverengi takım asla giymiyorum. Yıllar önce beğenmekten vazgeçtim. Moda olmuş bu kış.
Feyerabend’ın “Akla Veda”sını hemen hiçbir felsefe alt yapısı olmadan 15-16 yaşında okuduğumda kalbim patlayacak gibiydi. Birkaç yıl içinde beğenmekten vazgeçtim. (Geride bıraktım, aştım demiyorum! Ne haddime…)
Kafka’yı beğenmekten henüz vazgeçmedim. Ama işim belli olmaz. Ishiguro’nun “Beni Asla Bırakma”sını pek beğenmiştim. “Pek Beğenmekten Vazgeç” butonu arıyorum.
Oğuz Atay’ın tahtı da sallanıyor… Nedir o Tehlikeli Oyunlar’daki “İnsanlık öldü mü?” esprisi. Evlat olsa çekilmez…
Hoş eleştirmenler “kanon” oluşturmanın öneminden söz eder. Ama anlamadıkları için. Hepsinin aslında insan olduğunu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder