Powered By Blogger

27 Ocak 2011 Perşembe

FAZLA OKUMA, KAFAYI KIRARSIN!

Fazla okuma, kafayı kırarsın! Kitap okuyan herkes, bu cümleyi ben diyeyim yüz, siz deyin yüz bin kez duymuştur. Ve her defasında “defol git lan ordan, manyak mısın nesin” demiştir. Elbette içinden: Çünkü “fazla okuma, kafayı kırarsın” türü cümleleri kuranlar genellikle kalın kafalı, kitap okuyan kişilerin kafası ise ince bir zar tabakasıyla kaplı olduğundan, ortada hayatî bir tehlike de vardır. Ve her iki taraf bu kalınlık – incelik mevzuundaki dogmatizme körü körüne inanır. Hâlbuki İtalyan aygırı lakaplı dünyanın en mal görünümlü aktörlerinden Sylvester Stallone’un sahip olduğu zekâ, meraklısına, “ulan şu adama bak, nato mermer nato kafa, gel gör ki zehir gibi zekâ” dedirtmiştir.
Konuya dönecek olursak, “defol git lan ordan, manyak mısın nesin” cephesinde yer alanlar fazla böbürlenmesin – kibirlenmesinler; onlara “iyi derecede okuma yazma bilmek, padişahlar için bile zararlıdır” cinsinden tarihî bir hatırlatmada bulunmak isterim:
Bildiğiniz gibi, ya da bilmediğiniz gibi, ve benim bildiğim ve bilmeyenlere anlattığım gibi, muhteşem Osmanlı devletinin ilk üç padişahı (Osman Bey, Orhan Bey, Murat Hüdavendigar) okuma-yazma bilmiyordu. Buna rağmen, biri tuttu, biri pişirdi, biri yedi… Yani biri devleti kurdu, biri başkent inşa etti, diğeri devleti genişletti… Tabii, medreseler filan kurulunca, dördüncü padişah Yıldırım Beyazıt, babasından, dedesinden ve büyük dedesinden farklı şeyler yaptı. Her şeyden önce ilk okuma yazma öğrenen padişah oldu.
Ve okuma – yazma bilmek hiç de işine yaramadı. Başlangıçta her şey güzel gidiyordu. Hani bizim Türkler gâvurun birine Türkçe öğretirken önce küfürleri, argoları kakarlar ya, Yıldırım Beyazıt da, okuma – yazma öğrenince yaptığı ilk iş küfürlü mektuplar yazmak oldu. Kendine bir mektup arkadaşı buldu. Tabii, onun en büyük hatası, mektup arkadaşı olarak sarışın bir kızla değil de Şah İsmail gibi kudretli bir adamla yazışmak oldu! Yıldırım Beyazıt o kadar büyük savaşlar kazanmıştı ki, ondaki özgüven kutup ayılarında bile yoktu. Özgüven servetinde bir numaralı adam oydu. “Yenileceğinden korkan, daima yenilir” artistik sözü ona aittir. Kibirleniyordu, böbürleniyordu, neticede mektup arkadaşlığı yıldırım hızıyla mektup düşmanlığına dönüştü. Yıldırım Beyazıt Şah İsmail’e ana avrat düz gitti, Şah İsmail Yıldırım Beyazıt’a ana avrat düz gitti. Birbirlerinin mektuplarını okudukça bilendiler, bilendikçe yazdılar, küfrün bini bir paradan gitmeye başladı. Yıldırım Beyazıt, Timur’u küçüm küçüm küçümsüyordu. Hatta mektuplarında bir takım grafik numaraları bile kullanmaya başlamıştı. Kendi adını yaldızlı ve büyük harflerle yazıyor, egemen olduğu toprakları uzun uzun sıralıyor, Timur’un adını ise küçücük yazarak ona sıradan bir hükümdar muamelesi yapıyordu. Sonunda bir gözü kör olan Yıldırım, bir ayağı topal olan Timur’la “Bu dünya bir körle bir topala kaldıysa vay bu dünyanın haline” diyerek birbirlerine meydan okudular, akabinde analarını ve avratlarını da yanlarına alarak, savaşın yapılacağı meydana geldiler. Timur, Anadolu’nun içlerine ilerlerken, fethettiği şehirlerin ahalisini katlediyordu. En sevdiği savaş oyunu, binlerce insanın kellelerinden piramitler yapmaktı. Ankara’ya varmadan önce Sivas’ta da bu kanlı oyunu oynadı. Derken, bir sabah erken, Kör ve Topal, Ankara Çubuk Ovası’nda birbirlerini karşıladılar. 28 Temmuz 1402′de meydana gelen Ankara Savaşı tarihin gördüğü en kanlı meydan savaşlarından biri oldu. Osmanlılar ağır bir yenilgiye uğradı. Yıldırım Beyazıt yakalandı ve esir oldu. Timur, Yıldırım’ı ayakta duramayacağı kadar küçük bir kafesin içine kapattı, Anadolu’da gittiği her yere onu da götürdü. Ayrıca Yıldırım’ın karısı Despina’yı da kendi sofrasında hizmetçi olarak kullandı. Mağrur Yıldırım bu duruma ancak yedi ay dayanabildi ve sonunda kurtuluş için hiçbir umut kalmayınca, 9 Mart 1403′de, kapatıldığı kafesin demirlerine kafasını vura vura, kafasını kırarak intihar etti.
İşte, hayat böyle sevgili okurlar, nice insanlar geldi geçti, okuma yazma bildikleri için öldüler.
Sabahattin Ali, Uğur Mumcu, Hrant Dink… Hepsi okuma – yazma bildiği için öldü!
Ne demiş Cemal Süreya: Her şeyin fazlası zarardır ya / Fazla şiirden öldü Edip Cansever.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder