Powered By Blogger

31 Ocak 2011 Pazartesi

Eternal Sunshine of the Spotless Mind

Sil Baştan
Şubatın ortasındayız, unuttun mu Joel?
Oh my darling, you are lost and gone forever
O meşum elmayı yediğimiz günden beri kurtuluşumuzu bekliyoruz. Gerçeğin dayanılmaz ağırlığının yarattığı acılardan özgürleşmemiz için dili, dini, sanatı yarattık. Acıya dayanamayan aciz yaratıklar olarak yapamayacağımız ya da dönüştüremeyeceğimiz şey yok. Yasak elmanın tadı dahil her şeyi "sil baştan" kurgulamak istemez miyiz? Ya da tüm evrenin bir "beyaz tahta" olmasını düşlemeyenimiz var mı? Katlanılmaz gerçek bizi hep zorluyor, öyle ki elimizdeki tek silahı ona karşı çeviriyoruz: Unutmak adını verdiğimiz o tatlı düş içimizi gıdıklıyor her defasında. Oysa "gerçek" dev bir sarkaç gibi hep başımızın üstünde ve hep öyle olacak.
O zaman nereden başlamalı? 2004 Şubat'ının soğuk geçen Sevgililer Günü'nden mi, Mantouk treninin gizeminden mi; Abelard ile Heloise'in aşklarının kuantumundan mı yoksa unutmanın metafiziğinden mi? Bu soru Eternal Sunshine of the Spotless Mind için geçerliyse, tüm başlangıç noktaları filmin döngüsel kurgusu içinde aynı yere isabet ediyor: Bir başlangıç noktası. Ama her başlangıç acaba sandığımız kadar yeni mi?
Sil Baştan"Neden bana ilgi gösteren her kadına aşık oluyorum" diye kendisine bu soruyu yüzlerce kez sorduğu belli olan kahramanımız Joel ile ilk kez soğuk ve keyifsiz bir sevgililer günü sabahında tanışıyoruz. İçe kapanık ve karamsar bir sabah bu. Hayatını yalnız geçiren insanlara acı vermekten başka bir şey yapmayan o günün sabahı onun için kötü başlıyor. Nedense bir tuhaf hissediyor kendisini. Yalan söyleyip işe gitmiyor ve Mantouk'a giden trene atlıyor. Deniz kenarına vardığında artık biraz daha rahat. Kendisi gibi bugünü yalnız geçiren bir kadın olan Clementine ile de ilk tanışmamız burada gerçekleşiyor. Ayazın insanın iliklerine işlediği bu deniz kenarı ile yeniden karşılaşacağız. Ama henüz değil. Joel ve Clementine gibi biz de yeni başladık öyle değil mi?
Şimdi bir trenin içindeyiz. Clementine açıkça Joel'e yaklaşıyor. Joel utangaç ve gözleri yerde, elinde hiç bırakmadığı günlüğü. Her sayfasında hayatının izlerini görebileceğimiz bu günlük Joel için bomboş. Tıpkı hayatı gibi. Ne bir renk, ne bir heyecan ne de bir sürpriz. Clementine ise canlı, saçları gibi rengarenk. Sinemada nadir görebileceğimiz özgüven sahibi kadınlardan sanki. Ama tatlı değil, bu kelime nedense sinirini bozuyor. Tıpkı Joel'in kibarlığının eş zamanlı olarak sinirini bozduğu ve çok hoşlandığı gibi. İnsanoğlu sevdiği şeylerden aynı zamanda nefret eden nadir bir tür. İsminin anlamı gibi şefkat dolu mu bilinmez ama içi dışı bir, ne aklına gelirse onu yapıyor. Joel'in güvenlik arayıcı tarafını yada tutukluğunu ilk başta göremiyoruz Clementine'de. Joel ise daha sakınıyor kendisini. Buzların üstünde yürürken daha fazla ileriye gidemiyor, korkuyor, güvenlik arıyor. Oto-kontrolü her zaman devrede. Kendisini zamanla Clementine'e bırakacak ama daha zamanı var.
Sil Baştan
İki farklı karakterin bir elektrik akımına tutulmuşçasına birbirlerini çektikleri sıradan bir öykü işte diyoruz. Dememize kalmıyor, bir anda sinema tarihinin en duygusal ve en gerçekçi filmlerinden biriyle baş başa kalıyoruz. Türler arasında dans eden bu film aşkın bilimkurgu hali sanki: Metafizik olduğu kadar gerçekçi.

Unutkanlar şanslıdır,çünkü hatalarını kendileri çekmezler

Milan Kundera Gülüşün ve Unutuşun Kitabı'nda Stalin dönemine ait bir anekdot sunar: Stalin yoldaşı saydığı bir yazarı, sistemin eleştirisini yapmaya başladığı vakit gözden çıkarır. Bunu da tarihi yeniden kurgulayarak yapar. Pasternak'ın aleyhine tüm delilleri bir araya getirir, onu hafızalardan silmeye çalışır, beraber yan yana göründükleri fotoğraflardan onu çıkarır. Onun için kaliteli bir silgi, büyük yazarı toplumsal hafızadan silmek için yeterlidir. Stalin'in trajediden komediye dönüşmüş bu gerçek bilimkurgusu (!), Eternal Sunshine of the Spotless Mind'da "kişisel tarihe" uygulanır.
Sil Baştan
Oysa insan unutamaz: Çünkü sever, terk edilir, boşlukta kalır, acı çeker. Gelip geçici, havada asılı kalan ilişkiler es geçilebilir; ancak unutamamak gerçek aşka içkindir. Joel gibi aşkı yaşayanların ise unutma şansı yoktur; bir sabah uyandığında hiçbir şey hatırlamamayı, "sil baştan" hayatı yeniden hissetmeyi dilese de. Yalnız bir "deux machine" sağlayabilir bunu. Bir umut hediye alıp Clementine'in yanına gittiğinde ve eski sevgilisinin bomboş gözleriyle karşılaştığında yapay bir "Tanrı'nın eli"yle yüzyüze kaldığını ne Joel anlar, ne de biz. Ne zamanki Rob ona Clementine'in sırrını açıklar, o zaman Joel unutmanın cazibesine kapılır. Clementine'in o yokmuş ve onu hiç tanımıyormuş gibi davranmasının ardındaki Tanrısal mucize, Latince'de "kayıp" anlamına gelen Lucana şirketidir. Stalin'in hayalini bir tüketim toplumunda gerçekleştiren ve insanların hafızlarından silmek istediği ne varsa silen bu şirket Clementine'in Joel'e dair anılarını bir kalemde silmiş ve ona "yeni bir hayat" sunmuştur. Duyduğu öfke ile soluğu Lucana'da alan Joel tüm prosedürleri kabul eder, bir çırpıda Clementine'e ait olan eşyaları toplar, gece yatağında silinmeyi bekler.
Ve her şey böyle başlar. Şirketten Frank, Patrick ve Mary bir mutfak robotunu çalıştırıyorlarmışçasına Joel'in beyninin içine girerler. En başta silinen anılar onu en çok rahatsız edenlerdir. İlişkisinin tükenmeye başladığı, bir zamanlar aşık olduğunu "unuttuğu" zamanlara ait olan son anılar kolaylıkla silinir gider. Bir hınçla kavgalardan, şüphelerden, şeytanın ayrıntılarda gizli olduğu çelişkilerden ve ağır gelen sorumluluklardan kurtulur. Nietzche'nin unutuşa dair sözlerini Mary'nin ağzından duyacağımız gibi hatalarını çekmemek adına unutarak şanslılar arasına katılmayı arzular.

21. Yüzyılda Bir Abelard ve Heloise

Sil Baştan
Ancak sevdiği kadının gerçeğine döndüğü vakit Joel de, biz de diğerlerinin farkında olmadığı bir yere yolculuk yaparız: Kalbine. Yemek yiyen ölü çiftler haline nasıl geldiklerini ve aslında Clementine'in hayatının nasıl eksilmeyen bir parçası olduğunu anlayan Joel hayati bir karar alır. Clemetine'i unutmak istemez. Onu unutmaktan vazgeçer ve Clementine için beyninin bir köşesinde diğerlerinin dokunamayacağı ya da erişemeyeceği bir yer arar. Clementine'e daha önce açılamadığı kadar açıktır artık; en kirli, en çocuksu ve en utanç verici anılarının arasında birlikte koşarlar, kimlikleriyle dans ederler ve en mahrem yanlarıyla baş başa kalırlar. Beyninin ve kalbinin labirentlerinde dolaşırken sevgilisi için yapamayacağı şey yoktur. İşte o anda 21. yüzyılın sınırlarını aşarlar ve 12. yüzyılın en unutulmaz hikayelerinden birine dönüşürler. Bu yüzyılın ilk çeyreğinde gezindiğimiz iç kulvarlarda entelektüel ve içe kapanık Joel bir Abelard, içinde fırtınalar kopan kafası karışık Clementine artık bir Heoloise'dir.

Joel'in Clementine'i koruma ve başkalarının gözlerinin tecavüzünden onu kaçırma arzusu Abelard ve Heloise'in sonsuz aşkının destansı öyküsüne öykünür. Joel beyninin içinde her yakalandığında Clementine için başka bir alan bulur; gerçek hayatlarında yapamadıkları şekilde tüm kimliklerinden ve cinsiyetlerinden soyunurlar. Şimdi gerçek anlamda konuşmaya ve birbirlerini tanımaya başlamışlardır; birbirlerinin sınırlarını, zaaflarını tanıyarak ve unutmamanın en "ahlaki" seçim olduğunu kanıtlayarak. O zaman Mary'nin bir zamanlar aşık olduğu, sildirmesine rağmen unutamadığı Dr. Mierzwiak'a dizelediği, Pope'un Abelard ve Heloise şiirinin mısraları anlam kazanır:
"Ne mutludur suçsuz bakirenin dostları
Unutulan dünyadan, dünya unuturken
Lekesiz zihnin sonsuz gün ışığını
Her dua kabul olunmuş ve her istek bırakılmış"

Sil Ba?tan

Beni Mantouk'ta Bekle

Beyninin içinde ilişkisinin en başına döndüğünde artık Joel Clementine'i unutacağını bilmektedir. Zihninde Clementine'e ait olan ne varsa, Mantouk'taki deniz kenarında sığındıkları evin üstlerine çökmesi gibi son bulmaktadır. Ama ya aşk? Clementine'in son cümlesine karşılık Joel sabah uyandığında hafızası tertemiz olmasına rağmen sebepsiz sandığı bir şekilde Mantouk'a giden trene biner. Başlangıca döndüğümüz o an, en başta gördüğümüz ve kabul ettiğimiz gerçeklik biz izleyiciler için yeniden kurgulanır. Olayları aynı dizi içinde izleriz ama artık anlamları farklıdır. Tıpkı kahramanlarımızın Mary'nin dağıttığı müşteri dosyalarındaki gerçeğin farkına varmaları ve gerçekliğe yeni bir bakış açısıyla bakmaları gibi. Kendi konuşmalarını dışarıdan bir yabancı gibi dinledikleri o dakikalar, aslında hiç olmadıkları ya da olmak istemedikleri bir insana nasıl dönüştüklerini anladıkları bir "aydınlanma" anıdır. Farklılıklarına ve zaaflarına karşı geliştirdikleri önyargılı tutumları aşarlar, çünkü her ne kadar ne olduğunu hatırlamasalar da, içlerinden bir ses hatalı olabileceklerini fısıldamaktadır.
Aşkın en dokunaklı, en gerçekçi ve en gerçeküstü hallerini yaşamış bu ikili yoluna devam edecektir. Birbirlerini çekmişler, itmişler ve tekrar birleşmişlerdir. Tıpkı atom altı dünyadaki iki farklı fotonun hızlı bir baş dönmesini andırır şekilde birbirini çekmesi, itmesi ve yeniden çekmesi gibi. Ancak tek bir farkla. Daha sakin, daha hoşgörülü, farklılıkları gözeterek ve onları koruyarak. Ve artık "unutmanın en iyi intikam" olduğunu bilerek...
Yapım Üzerine Notlar
Film John Malkovich Olmak ve Adaptation filmlerinin dahi senaristi Charlie Kaufmann tarafından yazıldı ve çocuksu dünyasını izleyicilerle paylaşan Michel Gondry tarafından yönetildi. 2004 yapımı film En iyi Özgün Senaryo Oscar'ına sahip.
Filmin yapım öyküsü ise hayli ilginç. Gondry, Charlie Kaufmann'ı arkadaşlarıyla çıktığı bir yemekte yakalıyor ve ona bir zarf sunuyor. Kaufmann açtığı zarfta aynen şu ifadeyle karşılaşıyor: "Bir gün bir mektup alsanız ve içinden tanıdığınız birinin hafızasından silindiğinizi belirten ve onunla bir daha temas kurmamanız gerektiğini yazsa ne yapardınız ? Fikri çok seven Kaufmann üç yıl boyunca bu film için çalışıyor ve çıkan sonuç bir dehanın eseri olarak kimseyi şaşırtmıyor.

Sinemalar.com Puanı: 8.3/10
IMDB Puanı: 8.5/10
Yapım: 2004 ~ ABD
Tür: DramFantastikPsikolojikRomantik
Yönetmen: Michel Gondry
Senaryo (Kitap): Michel GondryCharlie KaufmanPierre Bismuth
Görüntü Yönetmeni: Ellen Kuras
Görüntü Yönetmeni: Jon BrionBeck
Dağıtım: Bir Film
Süre: 1 saat 48 dk
Gösterim Tarihi: 26 Mayıs 2006 (Türkiye)

Yıl Sonuç Ödül Kategori
2003 Aday Gösterildi Altin Küre Ödülleri En İyi Film
2004 Aday Gösterildi Altin Küre Ödülleri En İyi Erkek Oyuncu (Jim Carrey)
En İyi Kadın Oyuncu (Kate Winslet)
2005 Kazandı BAFTA Ödülleri En İyi Senaryo
Oscar Ödülleri En İyi Senaryo
2010 Aday Gösterildi Altin Küre Ödülleri En İyi Senaryo (Charlie Kaufman)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder